27 Mart 2016 Pazar
OKUYOR MUSUN? (Şehr-i Beton birinci bölüm)
Kırmızı Kiremitleri, eski taşlarla örülmüş evleri, merkezindeki iki tane onunla beraber yıllanmış olan çınar ağacı, dağın eteklerinde bulunan çam ağaçları ile yeşillik içindeki bu sahil kasabasının şehre açılan ilk kapası olan tren istasyonundaki bankta oturuyordum.
Sessizlik içinde bana istasyonun nasıl yapıldığını büyükbabam'ın istasyonun duvarından düşen kereste ile nasıl topal kaldığını ve soyadımın neden topal olduğunu anlatıyordu kuşlar... Hava sonbaharın ortasında yazdan kalma bir havaydı.Gökyüzü en koyu mavisini giymiş bulutlar üzerinde bir balık gibi süzülürken..
Elinde kırmızı valizi omuzunda siyah bir çanta, kirli sakallı, saçları hafif ıslak, gözlerinde gece uyumadığının belirtisi ile bir genç geldi. Öğrenciyim ben diyen bir tavırla... Ayağının biri paslanmış, tahtasındaki yeşil boyanın yarısı kalmış, önceki sürülen kırmızı boya ben buradayım der gibiydi. Yaslanılacak olan kısımdan iki tahta kırılmış olan trenin geldiği yönü iyi gören banka bakmadan oturdu. Ben istasyonun sessizliğine dalmış bir şekilde insanların neden bu kadar yorgun bitkin durmalarına rağmen hala acele telaş içinde olduğunu üstelik gerekli gereksiz konuşma çabasını düşünürken... İki adamın gürültüsü ile tüm istasyon irkildi.
Adamlar şöyle bir etraflarına baktılar, ikisi de takım elbiseli, saçlar fönlü, biri sinek kaydı bir tıraş olmuş, diğeri bıyığını daha önce bıraktığı beli olan bir top sakalı, berberden yeni çıktıkları belli olan sanki aynı iş yerinde çalışan iki arkadaş toplantıya gidecek gibi giyinmişler, ayakkabılar boyalı, parfümlerinin kokusu bana kadar geldi. Sakalsız olan, temiz yeni takılmış bir bank gösterdi. Gencin yanındaki baktı bu bank... Pantolon ve gömleklerinin ütüsü kırışmasın diye dikkatlice oturdular.
Onlar sohbetlerine devam ederken... Genç yanına aldığı çantasında bir kitap çıkararak okumaya başladı. Fakat adamlar çok yüksek sesle konuşuyorlardı. Genç güçlü bir şekilde öksürdü. Top sakallı olan önce bir duraksadı sonra devam etti konuşmasına, genç tekrar öksürdü. Aldırış etmediler, sakalsız olan adam tam bir şey söyleyecekken genç yine öksürdü.
"Top sakallı: Geçmiş olsun hasta mısın? " Genç ses vermedi kitabını okumaya devam etti.
Sakalsız : Genç hey Genç bir dakika bakar mısın?
Genç ; Haa Efendim buyurun özür dilerim kitaba dalmışım
Top sakallı: Hasta mısın?
Genç : Yoo Hayır
Sakalsız : Kötü öksürüyorsun şehre inince doktora görünmelisin
Genç : Teşekkürler... Doktor musunuz?
Sakalsız : Evet doktorum merkezdeki hastahanede... Arkadaşımla senelik izim için geldik sahil kasabasına... Şimdi dönüyoruz.
Genç : Teşekkürler doktor bey tavsiyenize uyacağım
Top sakallı: Okuyor musun?
Genç : Evet okuyorum
Top sakallı: Ooo Ne güzel bende bir akademisyenim. Ne okuyorsun
Genç : (Elindeki kitabı kaldırarak) Venedik Taciri
Sakallı : (Tebessüm ederek) Tiyatrocusun galiba
Genç : Yoo Hayır
Top Sakallı: O zaman Felsefe okuyor olmalısın
Genç : Yoo hayır dedim ya bakın Venedik Taciri yazıyor
Adamlar bozulmuşlardı. Birbirlerine şaşkınlık ve sinir karışmış şekilde baktılar bir kaç dakika sessizlik olduğu sırada tren düdüğü ile herkes hareketlendi. Trenin durması ile herkes vagonunu aramaya başladı.
İkinci tren düdüğü ile yeşiller içindeki kuşların şarkı söyleyip maziyi anlattığı sahil kasabasından uzaklaşarak, korna sesi eksoz ve fabrika dumanı altındaki, insanların lüks yaşantı, dediği dev beton yığını olan Şehr-i Beton'a doğru yola çıktık. Gençle aynı vagona denk gelmiştik, iki sıra önümde koridor tarafında, solda oturuyordu. Koltukları kırmızı ve gri süslemeli olan vagonun zemini siyah ve griydi. Yerde bir kaç çamurlu bazıları çizmeye benzeyen ayak izi ile peçeteler vardı. İki camı çatlamıştı vagonun rüzgardan yada taş atmış olmalılar, yanımdaki cam ise kan lekeleri vardı. Yolunu kaybetmiş yada treni fark etmeyen bir kuş çarpıştı herhalde...
Sakalı ağırmış, başında kasketi, gözlerinde gerilerden gelen bir yaş ile elindeki peynir kovası ile bir ihtiyar "Boş mu?" dedi cam kenarındaki koltuğu göstererek "Evet" derken yol verdim. Oturdu peynir kovasını ayaklarının altına alarak... Önümdeki 5 veya 6 yaşlarındaki kıvırcık siyah saçlı, kırmızı kazaklı, yanakları al al olan kız "kuzum kuzu" diye ağlıyordu. Annesi bir daha geleceğiz kızım ağlama hayvanlara şehirde bakamayız diyordu. Oysaki şehir tüm hayvanlara bakıyordu.
Soldaki 10 yaşlarında beyaz gömlekli tek çizgili pantolonlu çocuk, yanındaki bıyıklı heybetli adama kuran kursundaki maceralarını ve öğrendiklerini anlatıyordu. Onların önünde bizim genç oturuyordu. Ellini çantasına attı bir gazete çıkardı bu sefer, yanında oturan kahverengi fularlı, mavi ceketli, uzun faullü, uzun saçlı adam "Bulmaca ekini alabilir miyim" dedi. Genç bir şey demeden verdi. Adam cebinden kalem çıkararak çözmeye başladı. Bir müddet sonra gence dönerek...
Fularlı Adam: Başlığın İngilizcesi altı Harfli..... Bir yazıdaki temel düşünce sekiz harfli...
Genç sana diyorum duymuyor musun?
Genç : Haa... Efendim duymadım.
Fularlı Adam: Gazete dalmıştın
Genç : Evet
Fularlı Adam: Şehre okumaya mı gidiyorsun?
Genç : Evet
Fularlı Adam: Ne okuyorsun
Genç : Tacize uğrayan lise öğrencisi kendini astı.
Fularlı Adam: Şehirde ne okuyorsun?
Genç : Bilmem. Bulurum bir şeyler yanımda çok kitap var, Gazeteler, dergiler,
Fularlı adam şaşkın bir şekilde kaldı bir şey diyemedi. Bu sırada kondüktör koridora girerek Şehr-i Beton'a yirmi dakika diye bağırdı.
Etiketler:
betimleme,
deneme,
edebiyat,
hikaye,
kişiselyazılar,
makale,
nazımhikmet,
necipfazılkısakürek,
oyuncu,
öykü,
roman,
sanat,
şiir,
yazar,
yazı
9 Mart 2016 Çarşamba
Seni anlatmak
Seni
sana anlatmak mı?
Duymuyorsun
ki beni, nasıl anlatmalı...
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Yıllar
öncesinden mi bahsetmeli
O siyah düz saçlarından
Kaybolduğum gözlerinin karasından
Geceleri Ay'ı gündüzleri Güneşi kıskandıran
Sade berrak bir su gibi çehrenden mi Bahsetmeli
O siyah düz saçlarından
Kaybolduğum gözlerinin karasından
Geceleri Ay'ı gündüzleri Güneşi kıskandıran
Sade berrak bir su gibi çehrenden mi Bahsetmeli
Seni
sana anlatmak mı?
Duymuyorsun
ki beni, nasıl anlatmalı...
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Bahçenizdeki
solan kırmızı gülü hatırlatmalı
Yada evin önündeki sokak lambasını
Yılların verdiği yorgunlukla eğri duran bahçe duvarını
Yoksa limon ağacının arkasına saklanan pencereyi mi
Hatırlatmalı
Yılların verdiği yorgunlukla eğri duran bahçe duvarını
Yoksa limon ağacının arkasına saklanan pencereyi mi
Hatırlatmalı
Seni
sana anlatmak mı?
Duymuyorsun
ki beni, nasıl anlatmalı...
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Üstünü çizmediğim bir kelime kalmadı
Seni sana anlatmak mı nasıl?
Etiketler:
betimleme,
deneme,
edebiyat,
hikaye,
kişiselyazılar,
makale,
nazımhikmet,
necipfazılkısakürek,
oyuncu,
öykü,
roman,
sanat,
şiir,
yazar,
yazı
Seni Her Gördüğümde
Seni
her gördüğümde geç kalmışlığımı hissediyorum
Yaşanmamış sevdalarımı hatırlıyorum
Bir duygu eksikliğine kapılıyorum
Seni her gördüğümde geç kalmışlığımı hissediyorum
Yaşanmamış sevdalarımı hatırlıyorum
Bir duygu eksikliğine kapılıyorum
Seni her gördüğümde geç kalmışlığımı hissediyorum
Hisler
aleminde hayal perdelerim açılıp kapanıyor
Bekledim, gizlerin gibi ışıl ışıl geleceği bekledim
Şu hayata, çehren gibi güzel günler yaşanmıyor
Seni her gördüğümde bu sefer diyorum
Bekledim, gizlerin gibi ışıl ışıl geleceği bekledim
Şu hayata, çehren gibi güzel günler yaşanmıyor
Seni her gördüğümde bu sefer diyorum
Bu
sefer söyle hissettiklerini
İsmini koymadığın duygularını
Bu sefer söyle acılarını
İsmini koymadığın duygularını
Bu sefer söyle acılarını
İsmini
koymadığın sevdanı
Seni her gördüğümde kayboluyorum
Seni her gördüğümde kayboluyorum
Seni
her gördüğümde tekrar doğuyorum
Seni
her gördüğümde sağır dilsiz kör oluyorum
Seni
her gördüğümde tekrar ölüyorum
Etiketler:
betimleme,
deneme,
edebiyat,
hikaye,
kişiselyazılar,
makale,
nazımhikmet,
necipfazılkısakürek,
oyuncu,
öykü,
roman,
sanat,
şiir,
yazar,
yazı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)